Şehir çöplüklerinin artık kamusal birer mekan hâline gelmesi ne acayip. Buralar çöpçülerin olağan durakları olsa da hayvanlar, evsiz insanlar, bir dünya atık; gıda, eşya ve hatta “faili meçhul” cesetlerin bile adresi aslında. Ama bunları düşünmek son derece tatsız! Öyle kokan, öyle görünen, öyle hissettiren şeyleri sevmiyor bugünün insanı. Steril yaşamların kustuğu kötü şeylerin ortasında iki kadının karşılaşma hikayesini anlatan BGST Tiyatro’nun yeni oyunu “Afet & Diana”, bir kent çöplüğünde geçiyor. Oyunun gotik, tekinsiz, absürt metni ve ona uygun mekan kurgusu dikkati çekiyor. Hem iki “beyaz” kadının kent çöplüğünde ne işi var, değil mi?
Anlatalım… Önce yapım sürecinden bahsedelim.
BGST Tiyatro (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu) ve Theater Tri-bühne ortak yapımı olarak Almanya’da düzenlenen 15. SETT Festivali’nde (15. Stuttgarter Europa Theater Treffen) dünya prömiyerini yapan “Afet & Diana”, Türkiye prömiyerini ise 12 Ağustos’ta, 4. Bergama Tiyatro Festivali’nde gerçekleştirdi. Edith Koerber ve Aysel Yıldırım’ın birlikte tasarladığı ve üretim süreci iki farklı ülkede gerçekleşen tiyatro projesi, Türkiye’den ve Almanya’dan sanatçıları bir araya getirmesi ve çok dilli sahnelemesi ile sezonun dikkat çeken yapımlarından.
Afet ve Diana’nın karşılaşması, bir anlamda iki yaşantının “tanışması”. Tanışmalar en çok farklılıklar üzerinden olur değil mi? Bu iki kadının da öyle oluyor. Önce birbirini tanımamaktan kaynaklı korku, sonra keşif, ardından güven… Nihayet dayanışma aksında ilerliyor iki kadının karşılaşması. Bu kez şanslılar. Belki bir süredir olmadıkları kadar! Sağlık sektöründe çalışan Afet, hayatını vakfettiği kariyerinin, masasına usulca gelen bir yazıyla bittiğini öğrenir. Onca yaşanmamışlık, nice erteleme, içinde kalan ukde, teskin edilmiş heyecan o yazıyla kucağında kalakalır. Çalışmakla törpülenen bir ömrün sivri ucunda yapayalnız, işsiz ve hakkı yenmiş bir hâlde kendini bulur. Onu bir çöp, atık olarak görenlere ikna olur ve alır kendini şehrin çöplüğüne atar. Diana için de hayat o günlerde iyi gitmemiştir. Bir sanat projesi için ülkesi Almanya’dan, Türkiye’ye gelir. İşleri güçleri arasında -Afet’in arada derede eleştireceği- turistik heyecanları yaşarken birdenbire sevgilisi tarafından terk edilir. Diana yok sayılmış, şimdilerin deyişiyle “ghostlanmıştır”. Bir turist olarak, İstanbul’da yaşadığı aşk acısının rakıyla geçeceği iddiasına inanır. Oysa aşk acısı dünyanın hiçbir yerinde bir gecede dinmez. Üstelik şehrimizde rakı içmenin hem servet harcamak hem de güvenilir içki bulmakla ilgili risklerini ona kimse anlatmamıştır. Meyhanede aşk acısını unutacağını sanan Diana’nın gecesi, şehrin çöplüğüne atılmasıyla tamamlanır. Ailesinin, Prenses Diana’dan ilhamla koydukları ismin hakkını verebilecek durumda değildir.
Nihayet bu iki kadın, biri başkaları tarafından atılmış, diğeri iradesiyle kendini atmış, şehrin çöplüğünde birbirlerini bulurlar. İki kadın birbirini bulunca mutlaka anlaşırlar, malumunuz. Birbirlerinin dilini bilmiyorlarsa da yapay zeka LIP yardıma koşar. Böylece sahne üstü dış ses LIP’le üç kişilik olur ki bu fikrin katılımı Türkçe, İngilizce, Almanca cereyan eden oyunun seyrini kolaylaştırmış. Bununla beraber öğrendiğime göre Aysel Yıldırım’la oynayan Neslihan Arol, Türkiyeli ancak Almanya’da büyümüş. Her iki oyuncunun, çok dilli bir oyunu bu kadar akışkan canlandırması biraz da ten uyumları gibi geldi bana.
“Afet & Diana”nın sahnesi simsiyah… Şişirilmiş siyah çöp poşetleri balonlar gibi duruyor etrafta. Öyle ki kimi zaman bu iki kadın, poşet balonlarla oyun kuruyor. Tepeleri andıran siyah çöp poşeti yığınları var. Üç çöp poşeti tepesinden biri Afet, diğeri Diana cephesi, biri de sulh üssü gibi duruyor. Poşet yığınları sahiciliğini ışık hareketleriyle kazanırken az önce cephe dediğim yığınlar, kimi zaman sığınak ya da ev, bazen tehlike bazen de mezar gibi başkaca anlamlar çağrıştırabiliyor.
Aslında bu karanlığın içinde ne işi var bu kadınların derken sahne çok canlı başlıyor. Bembeyaz kombiniyle Afet, krem tonlarındaki giyimiyle Diana, yani akça pakça iki kadın sahnedeki karanlığı kıran ilk unsurlar oluyor. Kadınların bağ kurmaya başlamasıyla gelen umut, siyahın bazen çok renkli olduğunu düşündürüyor. Arada Afet’in çantası ve oradan çıkan aksesuarlar da siyahı patlatan diğer dokunuşlar oluyor. Kırmızı beyaz pötikareli masa örtüsünün Afet’in pelerini olup onu gözümüzde ‘superwomen’ yaptığı an, rejiyi güzel anlatıyor.
Karanlık görünen, oldukça trajikomik bir tadı olan oyunda oksimoron tavır hep korunuyor. Abartılı oyunculuklardan kaçınılmaması buradaki zıtlığın belirginleşmesine yarıyor. Doğrudan duyulan cümleler, bu absürt tavrın içinde didaktikliğini eritiyor. BGST Tiyatro’nun uzun yıllar boyunca daima derdi olan oyunlar yapması, üstelik oyunların sosyo-politik bağlamını çalışması topluluğun en önemli özelliklerinden. Ancak bir sözü aktarma telaşı, bazen tiyatral dilden bir adım öne geçebiliyor. BGST’nin tiyatronun yanı sıra müzik, dans, organizasyon, yayıncılık gibi birimlerinin olması disiplinlerarası iş yapmakta maharetlerini arttırıyor. Ritimle ilişkilerinden dans deneyimlerine, ışık yapmaktan sahne kurmaya kadar tiyatroyla yakın ilişkili pek çok yanlarının avantajlarını kullanıyorlar. Hâliyle o derdi anlatma çabası konusunda elleri doğrudanlığı inceltecek kadar kuvvetli görünüyor.
Aysel Yıldırım’ın yıllardır eksilmeyen, sanki gittikçe çoğalan oyunculuk enerjisi de bunlarla beraber kendini koruyor. Beden hareketleri, ses kullanımıyla bu oyundaki absürt dilde oyunculuğu daha danslı, beden performanslı bir oyunu getirsin diye düşündürmedi değil.
Müzik konusunda da parantez açmalı. BGST Tiyatro bu alandaki olanaklarına rağmen, oyunun ana müziği olarak “Kimseye Etmem Şikayet”i seçmiş. İhsan Raif Hanım’ın güftesi, Kemani Sarkis Efendi’nin bestesi. Şarkı aslında daha on üç yaşında evlendirilen İhsan Raif Hanım’ın kendi hikayesi. Çocuk zamanında gelin olarak gönderilirken İhsan Raif Hanım, on dört sene dönemeyeceği İstanbul’a veda ederken korkular, üzüntüler, heves kırıklıklarıyla yazmış bu sözleri. “Afet & Diana” gibi bir oyuna çok yakışmış şarkı. İhsan Raif Hanım’ı da bu vesileyle yad etmiş oldular, olduk.
Bütün tiyatral nüanslarıyla “Afet & Diana”, hem kadın dayanışmasının bugününü hem İhsan Raif’i artık kaderine terk etmeyeceğimizi hem de içinde çırpındığımız kapitalist sistem krizinin emek dünyasındaki çıktısını alıyor ki orada da önce kadının üstü çizilmek isteniyor. Oyunun yan dalları özgürlük kısıtlamalarına, içki yasaklarına, ekonomik açmaza, ekolojik krize Avrupa’nın iki yüzlülüğüne doğru uzanıyor.
“Afet & Diana”, acı çikolata gibi bir tat bırakıyor. Birlikte iki kadın olmak, yalnız bir kadın olmaktan büyüktür gibi acı tatlı bir tat.
NOT: Bu yazı yazıldığında hayatını kaybettiği için hakkında baş sağlığı mesajları yayımlanan bir tiyatrocunun daha aslında intihar ettiğini bilmiyordum. Elbette bu söyleyeceklerimin kaybın yanında ne anlamı var bilemem. Ancak popüler kültürün popülizme dönüştüğü; fırsat eşitliğinin çok uzaklaştığı, mesleğini yapabilmenin kabileyetle ilişkisinin azaldığı, avantaj sağlayanın ilk tiyatroya ya da oyunculuğa, müziğe, sinemaya vs sahneye adım atışını unuttuğunu görüyoruz. Bir ismin onlarca reklam, dizi ya da prodüksiyon işlerinde yer alabildiğini yahut da her mekanda konser verebildiği şartlarda yetenekle anılan sanatın bu saikten soyutlanarak görünmez kılınan sanatçı ya da meslek adaylarını dışladığını ve bunun ağır sonuçlarını da yaşıyoruz. Kuşkusuz tek eksik sanat öznelerinde değil ama yok mudur bir yanlışı fark eden burada? Diğer belirtenlerde (kültür sanat destekçileri, takipçileri, ekonomik modellerin muhatapları, hibeler, yayıncılar) basınç yaratamamakta bir eksik açığa çıkmaz mı? Üzerine düşünelim, yok saymayalım isterim.
Ne zaman izlerim?
17 Ekim 20:30 Moda Sahnesi
21 Ekim 20:30 Sahne Kadir Has,
24 Ekim 20:30 CAS
Künye:
Yazar: Sevilay Saral
Reji: Sevilay Saral, Aysel Yıldırım
Proje Tasarım ve Koordinasyon: Aysel Yıldırım-Edith Koerber
Oyuncular: Aysel Yıldırım, Neslihan Arol
Dış Ses: Başak Doğan, Silvia Passera
Koreograf: Banu Açıkdeniz
Dekor Tasarım & Uygulama: Özgün Büyükışık
Müzik: Rubar Dindar
Işık Tasarım: Stephen Crane
Işık Uygulama: Günkut Güven
Teknik Masa: Banu Açıkdeniz
Çeviri: Neslihan Arol, Sabine Ott
Fotoğraflar: Oğulcan Delipınar